İngmar Bergman - Üç Film Üç Alıntı

ingmar bergmanİngmar Bergman; beyaz perdenin filozofu: İnsan - Tanrı ilişkisini, hiçliğin altında ezilmeyi, var olmanın amacını, bilinçaltından çıkmayı bekleyen kötülüğü, maskelere bürünmüş insan ilişkilerini ve insana dair birçok saklı ve gözardı edilen gerçeği gözümüze sokmuştur. Hem de ustaca bir kamera tekniği ile derin bakış açısını birleştirmeyi başararak. Kendisi hakkında “Sinemayı, edebiyat ve tiyatroyla eşit bir sanat konumuna yükselten yönetmen…” diye yazmış Times Dergisi. Persona, Yedinci Mühür, Aynadaki Gibi, Anna'nın Tutkusu (En Passion), Yaban Çilekleri, Utanç ve birçok üst düzey seviyeye ulaşmış filmlerini izledikten sonra, Times'a hak vermemek elde değil. Kendinizi, yaşamınızı ve insanlığı sorgulamaya, saçmanın ve hiçliğin altında şaşkına uğrayıp felsefi düşüncenin yamaçlarına tırmanmaya alışık değilseniz; ya Bergam'ın kamerasıyla bu gerçeklerin içine düşüp uyanırsınız, ya da sanrıdan ibaret yaşamınıza dönmek için ekran başında kıvranırsınız.


İngmar Bergman - Üç Film Üç Alıntı 



"Ama bilmen gerekir ki, benim bir duvarım var etrafıma ördüğüm. Mutlu olsam bile bunu sana anlatamam veya gösteremem. Gözlerinin içine bakabilirim ama senin derinliklerine ulaşamam. Beni anlıyor musun? Ben o duvarın gerisindeyim. O duvarla kapattım kendimi... O kadar uzağım ki her şeye... Sıcak, neşeli, hayat dolu olmak istiyorum. Küçük düşürülmekten çok korkuyorum. Yerin dibine geçmişim gibi oluyor. Ama o rezilliği ve onunla birlikte yerin dibine batmayı da kabul ettim. Beni anlıyor musun? Kendini bir düş kırıklığı olarak görmek ne acı. Bazı insanlar, iyi niyet kisvesi altında aşağılayarak sana ne yapman gerektiğini söylerler. Yaşayan bir canlıyı ezip geçme isteğiyle yaparlar bunu. Ben bir ölüyüm. Hayır, bu fazla duygusal oldu. Ölü değilim. Ama haysiyetim olmadan yaşıyorum. Kulağa saçma ve yapmacık geliyor, biliyorum. Birçok insan kendine saygısı kalmamış bir hâlde yaşar. Kalpten yaralanmış ve üstüne tükürülüp aşağılanmış bir şekilde. Onlar, yalnızca yaşarlar. Başka hiçbir şey bilmezler. Hem bilseler bile, ona hiçbir zaman ulaşamazlar da. İnsan hiç, aşağılanmak yüzünden hasta olabilir mi? Bu, onunla yaşamak zorunda olduğumuz bir illet mi? Özgürlük hakkında pek çok konuşuruz. Özgürlük, aşağılanmış olanlar için sadece bir zindan değil midir? Yoksa o sadece aşağılanmışların tahammül edebilmeleri için kullandığı bir ilaç mı? Bu hayatı sürdüremem artık. Pes ettim. Artık direnmeyeceğim. Günler geçip gidiyor. Yediğim yemekten, çıkardığım dışkıdan ve hatta konuştuğum kelimelerden bile zehirleniyorum! Güneş, uyanayım diye çığlık atar gibi yolluyor ışığını. Uyku ise sadece beni kovalayan kabuslardan ibaret. Karanlık; hayaletleri ve anılarımla kulaklarımı tırmalıyor. Daha kötü durumda olan insanların diğerlerinden daha az şikayet ettiklerini fark ettin mi? En sonunda kabullenip susmuşlar. Oysa onların da diğerleri gibi gözleri, elleri ve hisleri var. Hem cellatları hem de kurbanları barındıran ne geniş bir ordu! Güneş yavaşça doğuyor ve batıyor. Soğuklar yaklaşıyor. Karanlık, sıcaklık koku… Her şey sessiz... Kaçıp kurtulamayız. Artık çok geç. Her şey için çok geç."

- En Passion 



“Anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmak denilen o umutsuz düşü… Olur gibi görünmek değil, var olmak. Her an bilinçli, tetikte… Aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o yarılma… Baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık… Ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta belki de yok edilmek… Her kelime yalan… Her jest sahte… Her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi… İntihar etmek? Hayır. Fazlasıyla iğrenç… İnsan yapamaz ama hareketsiz kalabilir, susabilir. Hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip, içine dönebilir. O zaman rol yapmaya gerek kalmaz, bir kaç farklı yüz taşımaya ya da sahte jestlere. Böyle olduğuna inanır insan. Ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer. Sığınağın yeterince sağlam değil. Her tarafından yaşam parçaları sızıyor ve tepki vermeye zorlanıyorsun. Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. Kimse sen gerçek misin yoksa yalan mısın demiyor. Bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir. Belki orada bile değil. Seni anlıyorum Elisabeth, susmanı anlıyorum. Hareket etmemeni anlıyorum. İsteksizliğini fantastik bir sisteme bağlamışsın. Anlıyor ve hayranlık duyuyorum. Bitene kadar bu oyunu oynamalısın. Ancak o zaman bırakabilirsin. Tıpkı diğer rollerini bıraktığın gibi bunu da yavaş yavaş bırakırsın.”

-  Persona. 



''- Yine de ölmek istemiyorsunuz.
- İstiyorum.
- Neyi bekliyorsunuz?
- Bilgi istiyorum.
- Güvence mi istiyorsunuz?
- Adına ne derseniz deyin. Tanrıyı duyularla kavramak, öyle amansızcasına anlaşılmaz bir şey mi? Neden yarım söz verişler ve görünmeyen mucizeler sisinde saklar kendini? Kendimize inancımız yokken, başka bir şeye nasıl inanç duyabiliriz? İnanmak isteyip de inanamayanlarımızın başına neler gelecek? Peki inanmak isteyen ama inanmaya gücü yetmeyenler ne olacak? Tanrıyı neden öldüremem içimde? Ona ilenirim, yüreğimden söküp atmak isterim de, neden böyle ağrılar içinde, böyle aşağılanarak yaşar durur? Neden, her şeye karşın, silkip atamadığım şaşırtıcı bir gerçektir o? İşitiyor musunuz beni? Bilgi istiyorum, inanç değil, varsayımlar değil, bilgi. Tanrı elini bana doğru uzatsın, kendini açığa vurup benimle konuşsun istiyorum.
- Ama sesiz durur o.
- Neden peki? Karanlıkta ona doğru haykırıyorum ama sanki hiç kimse yok orada.
- Hiç kimse yoktur belki de.
- Yaşamak iğrenç bir yılgınlıktır öyleyse. Kimse ölümün karşısında, her şeyin bir hiç olduğunu bilerek yaşayamaz.
- İnsanların çoğu ölüm ya da yaşamın boşluğu üzerine kafa bile yormaz.
- Ama bir gün yaşamın o son ânına varıp karanlığa doğru bakmak zorunda kalacaklar.
- O gün geldiğinde...
- Korku içindeyken, bir görüntü yaratırız, sonra da Tanrı deriz o görüntüye.''  

- Yedinci Mühür


İngmar Bergman

Yorumlar