Arno Gruen - Empatinin Yitimi

Eğer insan, zayıflık olarak algılamaya yöneltildiği için kendi acısını yaşayamazsa, bu acıyı başka canlılarda arama ihtiyacı duyacaktır. Bu durumdaki insan kendi yadsınmış ve bastırılmış acısını yakalamak için başkalarını aşağılayacak, başkalarına işkence edecek ve hasar verecektir. Aynı zamanda kendi ruhsal hasarını gizlemek için de bu edimini inkâr edecektir. İnkâr, kurban durumunda olanı suçlu haline getirir ve kurbanlarla suçluları ayırt etmeyi hepimiz için belli ölçüde güçleştirir: Kurbanlar suçlu, suç­lular da kurban durumunda görülür. Bunları birbirine karıştırmak bizim kültürümüz için tipik bir özelliktir. Bizim kültürümüzde çocuklar -özellikle de erkek çocukları- gözyaşlarından, çaresizliklerinden, ruhsal incinmelerinden utandırılarak büyütülür. Oysa, hangi ölçüde olursa olsun acıyı inkâr etme baskısı altında kaldığımızda kendi acımızı algılayamayacak duruma geliriz. Ve aynı nedenle bir başkasına verilen acıyı da algılamak istemeyiz.

✥❈❂

Antik dönemde çocuklara uygulanan ve açıkça sergilenen gaddarlığın yerini günümüzde sahtekârca bir iyilik aldı. Aslında değişen sadece biçim, özde bir fark yok. Ve bunu görmek daha da zorlaştı

✥❈❂


…küçük çocuğun kendi hayatını anlamlandırması, annesinin onun hayatını anlamlandırmasıyla özdeştir. Çocuk kendi hayatının anlam ve önemini, annesinin ona verdiği anlam ve önemden çıkartır. Bu yüzden gelişiminin türü ve sınırları, anne-babasının bunu sağ­lamaya hazır olmasına bağlıdır. Ancak her halükârda kendisi oluşa giden yol endişeler, korkular ve tehlikelerle doludur. Bütün bunların yaşanması gerekir ve burada annenin, daha sonra da babanın, çocuğa bu yolda eşlik etmeye

ne kadar hazır oldukları büyük rol oynar. Çocuk ancak sevgi dolu bir refakat yaşamışsa daha sonra anne-babasından ayrılabilir ve bağımsız bir insan olarak gelişebilir.



Çocuk olarak, bağımlı konumumuzun çaresizliği içinde yetişkinlerin beklentilerine karşılık vermeye çalışırız. Bu bizi onlara bağımlı kılar, onlara tabiyizdir; sonra da sözüm ona dostu düşmandan ayırt edebilmek için geleneklere, kurallara ve talimatlara tabi oluruz. İyiyle kötüyü ayırmakta zorlanırız, dürüst insanların dürüst olmadığını sanırız, yıkıcı insanların barışçıl olduğunu düşünürüz. Diğer insanları algılayışımız önceden programlanmış bir çizgi üzerinde gerçekleşir, açık değilizdir, bu nedenle de insanları oldukları gibi göremeyiz.

✥❈❂

İnsan kendi acısını, başa çıkması olanaksız olduğu için yaşamından tamamen çıkartırsa, o zaman başkalarının ya­şamını elinde tutma duygusu, bu iç boşluğu dolduracak bir ikame olur. Böylece şiddet yaşamın amacı haline gelir, canlılık duygusu yaratan bir şey haline gelir. İçlerindeki her türlü duyguyu yitirmiş olan insanlar, ancak canlı bir şeyi ele geçirip parçaladıklarında kendilerini duyumsayabilirler. Bir başka yaşamı dize getirip söndürdüklerinde yaşama hâkim olduklarına inanırlar. Hitler'in konuşmalarına bu açıdan bakacak olursak gaddarca eylemlerinin ardındaki itici kuvvetleri görebiliriz. Onca insanın niçin Hitler'e hayranlık duyduğunu da anlayabiliriz: Çünkü şiddet yoluyla kendilerini canlı hissetmelerini meşru kılıyordu. Hitler veya benzerleri tarafından kışkırtılarak başka insanlara işkence eden veya katliam yapan insanların dehşet verici çoklukta olması, uygarlığımızda çocukların anne-babalarıyla yaşadıkları en erken ilişkilerde aldıkları duygu tahribatının ölçüsünü yansıtıyor. Aynı zamanda ürkütücü ölçüde yüksek olan kimlik yitimine de ayna tutuyor. Bu kimlik yitimi, bir yanda kurbanla suçluyu karıştırmamızla, diğer yanda cezalandırmada ısrar etmemizle kol kola yürüyor. Eğer kimliğimizi geliştirmede olanaklarımız kısıtlanırsa, kendimize yönelttiğimiz nefret de büyük oluyor ve bu kendisini, başkalarını bizim de cezalandırıldığı­mıza inandırma eğiliminde gösteriyor. Böylece şiddeti azaltmak için uygun bir ölçüde karşı şiddet kullanma eğilimi ortaya çıkıyor. Şiddet hiçbir zaman ceza ve karşı şiddetle engellenememiş olmasına rağmen bu görüş her yerde destekleniyor. İnsan olmaya dair soruyu, ancak şiddeti haklı çıkartma anlamında yanıtlanabilecek şekilde sorarak şiddete şiddetle karşılık verme eğilimimizi akla uygun hale getiriyoruz.

✥❈❂

İnsanlar, yaşadıkları sevginin sahteliğine karşı mücadele etmek yerine, kendilerine gerçek sevgiyi hatırlatan ve yaşadıkları sevgisizliğe dair korkunç gerçeği ortaya çıkartma tehlikesi yaratan ne varsa ona karşı mücadele ediyor. Kendilerini, çocukluklarındaki asıl düşmanları olan sevgisiz anne ve babalarını örten sözde düşmanların kurbanı gördüklerinden, bu davranışlarında kendilerini haklı hissediyorlar. Saldırganla özdeşleşme ve onun iyi olduğu yalanı burada, nefreti aslında iyi olana yöneltmeye yarıyor. Bu süreçler, nefret ve aşağılamayı uygarlığımızın ana hatları haline getiriyor. Bunu görememekse tarih bilimini içi boş bir bilim haline getiriyor.


Arno Gruen - Empatinin Yitimi



Not: SentezFikir'den Çağrı



Yorumlar